Deprem

Marx, Hegel’in, tarih zorunlu olarak kendini yineler mealindeki sözlerinin doğru ama eksik olduğunu belirtmiş, devamında, “tarihte bir olay ilk kez görüldüğünde trajediyse, tekrar görüldüğünde artık farstır” demişti. Hiç şüphesiz kapitalizm bu tarihsel tekrarlara dinamizm kazandırmıştır. Nihayet, geç emperyalizm çağında görülme sıklıkları artmıştır.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan, göreli olarak en uzun sürmüş, en sosyal demokratik ve en barışçıl dünya düzeni SSCB’nin çözülmesiyle ( Bu çözülme somut olarak 70’lerin sonunda başlar. Brejnev dönemi sona erince bütün belirtileriyle görünür hale gelir) çökmüş, ABD’nin genel hatlarıyla iki savaş öncesindeki dünya düzenini ihya etme çabaları boşa çıkmış, yeni rakip güç odaklarının yükselmesiyle dünyanın düzensizliği kaotik bir hal almıştır.

Bu düzensizlik içinde Türkiye devleti de bütün kurumlarıyla çözülmüştür. Türkiye devletindeki bu çözülme 12 Eylül darbesiyle başlar. Darbenin yarattığı siyasal koşullar bu çözülmeyi daha ileri aşamalara taşır. Nitekim, 2.Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği’nin zaferiyle birlikte başlatılan soğuk savaşta ABD’nin kendisine biçtiği role göre ekonomik ve siyasal olarak örgütlenmiş, konumlanmış Türkiye devleti, SSCB’nin dağılmasıyla birlikte enerjisini tüketir. Artık “eski Türkiye” yoktur.

Bu dağılma karşısında devlet içinde farklı eğilimleri temsil eden ve artık aksak hale gelmiş kurumsal güçler harekete geçmişlerdi. Bütün bu girişimler ABD’nin ve içerdeki sermaye gruplarının talebi doğrultusunda AKP rejiminin oluşturulması sonucunu doğurmuştu. AKP rejimi AKP’den ibaret değildir. Düzen muhalefeti de onun bileşenidir. Yani bu düzeni iktidar ve muhalefet birlikte yaratmışlardır. Düzen muhalefeti olmadan düzeni yönetemezsiniz.

28 Şubat müdahalesinde ordunun komuta kademelerindeki hakim eğilim ABD ve AB’den görece özerkleşip, soğuk savaş devri devlet anlayışını ihya etmekti. Yani gerçeklikle bağdaşmayan bir yol izlemekti. Çok geçmeden çözüldüler. 28 Şubatın yol açtığı siyasal ortamda yükselen Ecevit hükümetinin ülkeye daha bağımsız, daha demokratik, daha özgürlükçü bir rota vereceği sanıldı. Tam tersi sonuçları oldu.

Ayyuka çıkan Mafya-Devlet işbirliği karşısında halkın talebi hilafına pisliği halının altına süpürmek, ekonomik kriz, Doğu Marmara Depremi, siyasal yön belirlemedeki kararsızlıklar, tereddütler, IMF programının uygulamaya konması, dünyanın bir çok ülkesinde görüldüğü gibi, Türkiye’de de sağ popülist “kurtarıcı” figürlerin devreye sokulması için uygun koşulları yarattı. Bütün bir siyasal yapı, öfkeli halkın oyuyla, iktidar ve bilindik muhalefetiyle tasfiye edildi.

Döndük dolaştık aynı yere geri geldik. ABD ve içerdeki sermaye gruplarının el birliğiyle, başının etrafını dinsel haleyle kuşattıkları halde inşa ettikleri popülist “kurtarıcı” karizma enerjisini tüketti. Rutinleşti. Şimdi hepsi birden, “muhalif” havarileriyle birlikte, yine öfkeli halkın inisiyatif almasıyla, tasfiye edilecekler. Bu bir vuruşta mı, bir kaç vuruşta mı olacak göreceğiz.

Bu son, “küçük Napolyon” lara bel bağlamış düzenler için kaçınılmazdır. Kader planlarında var.