Notlar, Uyarılar III

1)Seçim yenilgisi sonrasında, partisinin bölünme olasılığını da dikkat alan Erdoğan’ın iktidarını güçlendirmek için yeni bir hamle yapması beklenmelidir. Olup biteni elbette pasif bir şekilde izlemeyecektir. Seçim öncesinde işaretini verdiği “Türkiye ittifakı” temasının altını doldurmaya çalışacaktır. Bunun için hazırlıklarını da çoktan yapmış olmalıdır. Erdoğan sadece bir vitrin değişikliğiyle bu emeline ulaşamayacağını gayet iyi bilmektedir. Muhaliflerine doğru atacağı oltanın yemini zenginleştirecektir. “Türkiye ittifakı” hikayesi G-20’de, Erdoğan’ın Trump’la yapması beklenen görüşme sonrasında S-400 tartışması etrafında çıkması muhtemel sonuca göre daha güçlü bir şekilde işlenecektir. Bunun için Erdoğan’ın kendi yetkilerinden bir miktar feragat etmesi dahi beklenmelidir. Bir şey vermezse, bu ittifak işi olmaz çünkü. Vereceği de, güçlendikten sonra tekrar geri alacağı dişe dokunur olmayan şeyler olacaktır. Buna hazırlıklı olmak lazım. Öncelikle partisinin bölünmesini önlemeye yönelik adımlar atacaktır. “Tek adam”lıktan feragat ediyormuş gibi, demokratik albenisi olan temaları işleyecektir. Yine bu çerçevede, partisi içinde eleştiri konusu olan MHP ile olan ilişkisinde daha mesafeli davranacak, Kürt siyasetine yakınlaşmaya çalışacaktır. Elbette bunların hepsini kendisinin ve ailesinin bekası için yapacaktır. “Beka” dan başka bir şey anlaması mümkün değildir.En önemli derdi de, bu bekadır. Bu hamlelerinde ne kadar başarılı olacağı muhaliflerinin tavrına bağlıdır.

2) G-20’de, S-400 konusunda zaman kazanmak en önemli çabası olacaktır. Trump’dan olası CAATSA uygulamasını yetkisi çerçevesinde ertelemesi için ısrarcı olacaktır. Muhtemelen Rusya, S-400’lerin yıl sonuna kadar ertelenmesi olasılığına göre hazırlığını yapmıştır ( Bu arada, G-20’deki S-400 görüşmesi öncesinde, Suriye Ordusu ve Türk ordusu arasında İdlip de meydana gelen çatışma da manidardır) . Trump’ın en azından ekonomik yaptırımları bir müddet için erteleyebileceği beklenebilir. Bu yaptırımların başta AB ekonomisi olmak üzere giderek durağanlaşan dünya ekonomisine de zarar vereceği açıktır. Esasen, bu koşullarda hem ABD, hem de Rusya zamana oynuyorlar. Trump’ın ABD’de önümüzdeki yıl yapılacak başkanlık seçimi öncesinde bir hır gür çıkmasını istemediği izlenimi edinilmektedir.

3) Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’deki son gelişmeler de düşünüldüğünde, çok geçmeden, “kürkçü dükkanı” olan NATO’ya tekrar, onun koşullarıyla, dönmesi beklenmelidir. Zaten oradan ayrılmış da değildir. Kendi çapında şantaj yapmaktadır. Türkiye’nin Nato’ya tekrar biat etmesi, Suriye ile savaş riskini arttırır. Ne olursa olsun Türkiye, Suriye’de dahil olduğu boyundan büyük işlerin faturasını halen ödemekte olduğundan daha ağır bir şekilde ödeyecektir. Türkiye’yi on yıllar sürebilecek ağır ekonomik sorunlar ve siyasal istikrarsızlık beklemektedir.

4) Kim Türkiye’de ne yapmak istiyorsa, sermaye sınıfı, emperyalistler, Rusya, “Atlantikçiler”, “Avrasyacılar” şu bilinmelidir ki, yapılmak istenen her neyse, onun Tayyip Erdoğan ve AKP ile yapılması mümkün değildir. Aksi halde, daha en başından yanlış bir tercih yapılmış olacaktır. Erdoğan ve AKP ile ne emperyalizm adına siyaset, ne de “vatan” adına siyaset olur. Onlarla ne “demokratik cumhuriyet”, ne de “faşist cumhuriyet” olur. Onun yakında atacağı oltaya takılmak, ona bir süre daha suni teneffüs yapmak anlamına gelecektir.

Notlar, uyarılar II

1)Erdoğan ve AKP’sinin 15 Temmuz 2016 neo-con girişiminin hemen sonrasında sivil bir darbeyle iktidarını konsolide etmek için hamle yaptığını, bu yeni durumu sürdürebilmek için de, bu girişim sonucunda önleri açılmış, ABD ve NATO’nun bölgesel planlarına kuşkuyla bakan, çoğu daha önce Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonlar marifetiyle doğrudan veya dolaylı şekillerde sindirilmiş, asker, sivil devlet görevlilerine dayanmak ihtiyacı duymuştu. En önemli “kırmızı çizgisi” ülkenin üniter bütünlüğü ve dolayısıyla Kürt sorunu olan bu güçler, güven duymadıkları ABD ve NATO’nun olası girişimlerine karşı Rusya ile dayanışmanın gerekli olduğunu tespit ettiler. Bu yeni iktidar bloğunun anti-Amerikancı ve anti-NATO’cu olduğunu söyleyemeyiz. Aynı şekilde, Rusyacı oldukları da söylenemez. Aralarında kendilerini Avrasyacı telakki eden muhtemelen küçük bir grup bulunabilir. Hepsinin ortak olarak paylaştıkları fikir, Rusya kartını kullanarak ABD’ye kendi taleplerini kabul ettirmektir. Yani ABD’ye, “Kürtleri falan bırak, bizim şartlarımızla bizimle birlikte hareket et” mealinde bir mesaj gönderiyorlar. Tayyip Erdoğan’ın derdiyse, bu güçlere ve Rusya’ya dayanarak iktidarını devam ettirmektir. Onun bekadan anladığı, kendisinin ve ailesinin bekasıdır. Bunlara daha önceki yazılarımda değinmiştim. Tekrar etme ihtiyacı duyuyorum.

2) Şimdiye kadar gerek ABD ve gerekse Türkiye devleti ipleri koparmadılar. Bölgesel gelişmeler, Rusya ve ABD arasındaki ilişkiler, hatta ABD ve İran arasındaki gerilim tarafları henüz ipleri koparacakları noktaya sürüklemedi. Ancak oraya doğru bir gidiş, eğer Tayyip Erdoğan bir kez daha çark etmezse, kaçınılmaz gibi görünüyor. Bu bakımdan ay sonunda yapılacak G-20 zirvesi önem taşımaktadır. Tabii bu zirve öncesinde Rusya savunma bakanlığından bir resmi heyetin Ankara’ya geleceğini de hesaba katmak gerekiyor. İki taraftan kıskaca alınmış Erdoğan bu haftadan itibaren karar vermeye zorlanacaktır.

3) Tayyip Erdoğan, fiili genel kurmay başkanı olan NATO’cu ve ABD’nin has adamı Hulusi Akar’dan, 15 Temmuz girişimindeki rolüne rağmen vazgeçmiyor. ABD ve NATO ile bağlantısını onun üzerinden korumaya çalışıyor. Hem Tayyip Erdoğan hem de Hulusi Akar ABD ve Rusya, Trump ve Putin arasında bir tür mekik diplomasisi yürütüyorlar. Mesela, Erdoğan Trump’la telefon görüşmeleri yaptıktan hemen sonra Putin ile de görüşüyor. Akar bir Washington’a bir Moskova’ya uçuyor. Elbette S-400 sorunun sadece görünen tarafıdır. Asıl sorun daha kapsamlıdır. Türkiye’nin Atlantik ittifakının isterleri doğrultusunda hareket edip etmeyeceği sorunudur. Muhtemelen Akar S-400 işine karşıdır. Bu konu gündeme geldiğinde en temkinli konuşan odur. Aldığı bu ağır seçim yenilgisi sonrasında iyice zayıflamış olan Erdoğan’ın kaderi, bir anlamda, ay sonunda yapılacak G-20 zirvesinde belirlenecektir. Erdoğan zaman kazanmak isteyecektir. Ancak ABD’nin zamanı yoktur. Zaman kaybetmeye daha fazla tahammülü yoktur.

4) Şimdi bazıları haklı olarak Türkiye’nin 90’lardaki Çiller devrine benzeyen şartlara evrildiğini söylüyorlar. Hatta o devrin önemli bir aktörü olan Mehmet Ağar da yeniden etkin olarak devreye sokulmuştur. Paralel bir “güvenlik devleti” oluşturulmuştur. Tamam. Gelgelelim, şimdi bölgemizde özellikle Rusya-İran-Suriye bloğunun NATO bloğuyla sahada kıran kırana bir mücadelesi vardır. Kürt sorunu da bu şartlarda yeniden şekillendirilmek istenmektedir. ABD, PKK’nin de dahil olduğu sahadaki Kürt güçlerini, Suriye’nin kuzeyinde konuşlanacak, peşmerge haline dönüştürmek istiyor. Yani Kürt siyasetinin de, muhtemelen bir müddet sonra Öcalan ailesini (malum feodal kültürün hâlâ güçlü olduğu Orta Doğu’da siyaset aile boyu yapılıyor) devre dışı bırakacak şekilde, yeniden dizayn edilmesi söz konusu olabilir. Öte yandan, Türkiye’deki paralel güvenlik devleti yekpare bir yapı değildir. Çekişmeler, sürtüşmelerle kat edilmesi beklenmelidir. Ancak bütün bileşenlerinin ortak olarak, mevcut haliyle, Tayyip Erdoğan’ın iktidarının sürmesinden yana olduklarını tahmin etmek zor değildir.. 15 Temmuz öncesi şartlarına dönülmesi arzu edilmemektedir. Rusya’nın da arzusu bu şekildedir. Erdoğan’ın 31 Mart seçim sonuçlarını tanımaması dayandığı bu güvenlik devletinin telkini olmadan mümkün olamazdı. Dünkü seçimlerde çıkan sonuç, ya Erdoğan’ın Rusya tarafından arkalanan bu paralel devlete bağımlığını arttıracak ya da bloğu terk edecektir. İki durumda da, iktidarını sürdürmesi mümkün olamayacaktır. Önümüzdeki 6 ay Erdoğan ve rejimi için çok zor bir devre olacaktır.

5) Erdoğan henüz kararını vermemiştir. Rusya onu rahatlatmak, onun ve ailesinin bekası için güvenceler vermektedir. Bilindiği gibi Mayıs ayında, Putin’in özel muhafız birliği olan Rosgvardiya’nın komutanı ve aynı zamanda eski ve çok yakın bir arkadaşı olduğu söylenen generalin de aralarında bulunduğu kalabalık bir subay grubu Ankara’ya 5 gün süren bir ziyaret gerçekleştirmişti. Bu heyet en düzeyde kabul görmüştü. Erdoğan’ın yeni bir darbe girişiminden korktuğu açıktır. Sudan’daki son darbe ve Mursi’nin akıbeti, ama en çok da, bu olaylar karşısında müttefik batılı güçlerin tavrı, onun korkularını arttırmıştır.

6) Erdoğan’ın, Hulusi Akar’ın da onayını alarak askeri büyük ölçüde terhis etmek istemesi, içeride dayandığı askeri güçlere duyduğu güvensizlikle alakalı olabilir. Buna karşın polis ve özel kuvvetlerin sayısı sürekli takviye edilmektedir. Sokakta artık resmi üniformalı polis görmek neredeyse mümkün değildir. Çoğu farklı renkli yelekler giymiş, kimi tamamen sivil, muhtemelen bir çoğu özel güvenlik elamanı olan, ağır silahlar kullanma olanağı ve kapasitesine sahip polisler her yerdedir. Bunların bir anda sivil vatandaşlar gibi hareket etme kabiliyetine sahip oldukları açıktır. Bu durumu 15 Temmuz gecesi de gözlemlemiştim. Darbe haberiyle birlikte bazı kırmızı yelekli polislerin bu yeleklerini çıkartarak ceplerine soktuklarına tanık olmuştum.

7) Bir de tabii Bahçeli ve MHP faktörü var. Bahçeli TC devleti içindeki ABD ve NATO’cuların kontrolündedir. Onun milliyetçi söylemine aldanmamak gerekir. Geçmişte ve halen emperyalistlerin Türkiye’ye empoze ettikleri, milliyetçi duyarlılıklara aykırı gelen bütün plan ve girişimlerde, Bahçeli’nin bir tür paratoner işleviyle sahne aldığı görülmüştür. Amerikancı-NATO’cu rejimin tıkandığı her zaman da, yol açıcı olarak devreye girmiştir. Örneğin, AB’ye tam üyelik başvurusu sırasında, Öcalan’ın Türkiye’ye teslimi esnasında ve sonrasında, Derviş’in IMF programının uygulamaya sokulmasında, Tayyip projesinin önünün açılmasında, AKP rejiminin 2007 sonrasındaki konsolidasyonunda oynamış olduğu roller hatırlardadır. Son olarak, güçlendirilmiş partili cumhurbaşkanlığı (ama kesinlikle bir başkanlık sistemi değil) gibi derme çatma bir siyasal sitemi Erdoğan’a kakalayan da odur. Onun zaman zaman ulusalcı çıkışlar yapması emperyalistler adına oynadığı rolün bir gereği olarak görülmelidir. O kadarını yapmazsa, asıl rolünü oynayamazdı, oynayamaz. Bugün de aynısı olmaktadır. Tayyip’i zayıflatarak tasfiyesi için zemin hazırlama görevini harfiyen yerine getirmektedir.

8) Dış gelişmelere gelince, Doğu Akdeniz’de son yaşanan gerilimin, elbette Rusya, İran ve Suriye’nin sahadaki başarılarıyla yakından ilişkisi vardır. Suriye’ye yerleşmiş bir Rusya, NATO ve İsrail’in D.Akdeniz hesaplarını alt üst etmektedir. Muhtemelen bir müddet sonra, yani Suiye’nin yeniden inşası başladığında, Çin’in de Suriye’den talepleri olacaktır. Rusya’nın Suriye’deki konumunun güçlenmesi, Türkiye’yi NATO’nun D.Akdeniz hesapları bakımından daha az önemli ülke konumuna getirmiştir. Bu bakımdan Türkiye, daha önce bir kaç kez ifade etmiş olduğum gibi, NATO içindeki “tampon devlet” özelliğini kaybetmiştir. Buna göre, yeni bir Kıbrıs değerlendirmesi NATO için kaçınılmaz görünmektedir.

9) ABD ve İran arasındaki gerilim, tam Japonya başbakanın bu gerilimi azaltmak amacıyla İran’a gerçekleştirmiş olduğu ziyaret sırasında, Japonya’ya yük taşıyan gemilerin ABD ve NATO’ya hizmet ettiğinden şüphe duyulmaması gereken güçler tarafından (muhtemelen Suudi gizli servisi tarafından) vurulması, tansiyonu had safhaya çıkarmışsa da, ABD geri adım atmıştır. Daha önce söyledim. Trump yönetimindeki ABD, henüz hiç bir ülkeye saldırmadı. Tehditler savurdu, provokasyonlar gerçekleştirdi, ama henüz doğrudan vurmadı. Sanıyorum, Trump bu işleri ikinci başkanlık dönemine bırakıyor. Trump’ın olası ikinci başkanlık dönemi, beklenen büyük ekonomik krizin (FED de son toplantısında bunun işaretini verdi) ve ona bağlı olarak büyük savaşın patlayacağı bir dönem olabilir. Bu olasılık her geçen gün güçleniyor. Önümüzdeki beş yılın dünyanın siyasal yazgısının belirlenmesi bakımından çok önemli bir devre olacağını düşünüyorum.

10) Burada geçerken, son günlerde Avrasyacılık etrafında öne sürülen ulusalcı bir iddiaya da yanıt vermek isterim. Ne Bolşevikler ne de Kemalistler Avrasyacıydılar. Avrasyacılık bugüne kadar tarihsel politik bir strateji olmadı. Bir ekonomi-politik programı da yok. “Avrasya” emperyalist jeo-politiğin hedef coğrafyasıydı. Bugün de böyledir. Ancak onun karşısına ne Rusya ne Türkiye, ne Çin ne de Hindistan “Avrasyacı” bir strateji çıkarmamışlardır. Avrasyacılığın belli bir tarihsel, sosyal, ekonomik, kültürel çerçevesi yoktur. Bugünkü şekli itibarıyla, tepkisel milliyetçi söylemiyle eklektik bir ideolojidir. Rusya’da “batılı değerler” karşıtlığı üzerinde bina edilmiş geleneksel slavofil anlayışın bugünkü koşullara uyarlanmış siyasal bir versiyonu olduğu söylenebilir. Hem Bolşevikler hem Kemalistler, “batılı değerleri” sahiplendiler. Batı’da doğan aydınlanma geleneği üzerinde yükseliyorlardı. Aydınlanma programı ilksel burjuva formu içinde dahi kamusalcı, eşitlikçi, seküler, özcesi, demokratik bir içeriğe sahiptir.