Türkiye sosyalist hareketi Türk ve Kürt ulusalcılıklarının timarı olmaktan kurtulmalıdır

Paris cinayetlerini, Suriye’deki emperyalist savaşın ve anti-emperyalist direnişin en şiddetli şekilde sürdüğü şartlarda, ABD’nin Suriye’ye karşı ittifakı takviye etme beklentileri doğrultusunda, AKP hükümetinin yetkilendirmesiyle MİT’in işlemiş olması kuvvetle muhtemeldir. Bu cinayetlerde Öcalan’ın bilgisi ve hatta yönlendirmesinden den söz edilebilir.

Oslo’daki PKK-AKP pazarlığı, muhtemelen dağ kadrolarına daha yakın Avrupa’daki PKK birimleri tarafından öne sürülen talepler yüzünden sona ermiştir.Oslo görüşmelerinde Öcalan’ın doğrudan taraf olmadığı anlaşılıyor. Öcalan, Oslo’daki başarısızlığı, PKK ve genel olarak Kürt siyaseti üzerindeki otoritesini  yenilemek için   kendi adına fırsata çevirmek istemiştir. Nitekim,  “İmralı süreci” bu cinayetler sonrasında başlamış, Öcalan ve TC devleti adına MİT bu yeni başlatılan sürecin doğrudan tarafları haline gelmişler, Oslo’da ne olduğunu henüz bilmediğimiz engeller aşılmıştır.

Bu iddiamın bir karine değerini taşığını, Öcalan’ın ve PKK’sının kariyerine bakarak söylüyorum. Zaten kendisi şimdi Aydınlıkçıların yayınlamakta olduğu sorgulamasında, onun için potansiyel dahi olsa her engeli her rakibi her şekilde tasfiye ettiğini açıkça söylüyor. Bunlar sır değil. Evveliyatı da var.

Şimdi “Kürt solcuları” ve onların ağzına bakan diğerlerinin bu cinayetler dolayısıyla MİT’i suçlarken, halen doğrudan  MİT’le bir “barış süreci” üzerinde çalışılmakta olduğu gerçeğini görmezden gelmeleri, herhalde köylü kurnazlığının bir başka manidar örneğidir. Tıpkı Tayyip’in bir yığın yolsuzluk, hukuksuzluk, hırsızlık iddiaları karşısında, “yavuz hırsız” rolünü oynaması gibi, Öcalan ve taraftarları da pişkince davranmaktan kaçınmıyorlar.

“Yavuz hırsız” demişken, bir söz de alevi Kürtlere, Öcalan bir çok kez konuşmalarında kendisini Yavuz Sultan Selim’e benzettiğini söyler. Burada doğrudan ifade etmese de, kast ettiği Osmanlı sünni birliğidir. Nitekim, “barış süreci” safsatasını ilan eden ve Diyarbakır’da halka okunan mektubunda “sünni birliği” ne açık bir  vurgu yaparak dilinin altındaki baklayı çıkarmıştır. Bu bakımdan dün ve bugün Öcalan’da bir değişme olmamıştır. Ne diyelim, Öcalan’dan bir kahraman yaratmaya çalışan Kürtlerin, özellikle de alevi Kürtlerin işi çok zor.

Görüyoruz, etnici, mehzepçi ya da her ikisini birden ihtiva eden hareketler,ilkesiz, reel politik pozisyonları dolayısıyla,  gerici konumlara savrulma eğilimlerine sahip oluyorlar. Kaçınılmaz olarak.Türkiye sosyalist devrimci hareketi, bir yandan, Kürt-Türk ulusalcılığı ve onların açık ve gizli türev ya da yandaş örgütleriyle (Kürt ulusalcılığı ve bundizmi söz konusu olduğunda, etkileri itibarıyla, bunların sol harekette beyni küçük ve kuyruğu uzun bir yaratığı andırdığı malumdur); öte yandan, liberalizmle (özgürlükçü ve dayanışmacı anlayışların da bu   liberalizmin insan kaynağını devşirdiği “sol” mezbeleyi teşkil ettiği ampirik bir gerçektir)mücadele etmeden tam olarak doğrulamaz.

Bu iki gericilikle amansız bir fikri ve siyasi mücadele elzemdir.Kürt siyasetinin Türkiye solunda halen (ancak Haziran öncesine göre Kürt gericiliğinin ya da Erdoğan-Öcalan gericiliğinin geriletilmesinde epey mesafe kat edilmiş olduğunu da kabul etmek gerekir. AKP rejimi ona elini uzatan her eli kirletiyor.Kaçınılmaz olarak kendisi gibi gericileştiriyor.) bu denli etkili olması, büyük kentlerin özellikle varoşlarında sol siyasetin ağırlıklı olarak Kürt ve Kürt-Alevi özneler tarafından temsil ediliyor olmasıyla da alakalıdır. Bu kesimlerin önemli bir kısmı  bağımsız görünen siyasal örgütler altında Kürt siyasetinin vesayetine tabidirler.

Bu kesimlerle  mücadeleye girilmeden Türkiye sosyalist hareketinin toparlanması, ülkenin insan kompozisyonun ihtiva ettiği çeşitliliği kucaklaması kabil olmayacaktır. Sosyalist devrimci solu, Kürt, Türk etnikçiliği ve mezhepçilikten kurtarmak zorundayız. Elbette AKP’nin izlemiş olduğu mezhepçilik kaçınılmaz olarak karşıtı olan mezhepçi eğilimleri kışkırtıyor (Geçenlerde bir gazetede vardı, bir CHP vekili hapishanelerle ilgili olarak yaptığı incelemesinde, bir hapishanede bulunan MLSPB mensuplarının, Muharrem ayında aşure pişirmelerine izin verilmemiş olmasından ya da bir kaç hafta sonra izin verilmiş olmasından yakınıyordu.  Solculuk iddiasındaki  mahkumların  böyle bir taleplerinin olduğunu herhalde bu ülkede ilk kez duymuş oluyoruz. Bu örnek olayın dile getirdiğim kayguların anlaşılmasına yardımcı olacağını sanıyorum.) Fakat bu eğilimlere taviz vermemek lazım. Soyutlanmak pahasına bu doğrudan şaşmamak lazım. Bu bakımdan Lenin rehberimiz olmalıdır.

Aydınlık’ta yayınlanan Öcalan sorgusunun kayıtları karşısında sosyalist solcuların önemli bir kısmının Ufuk Uras gibi tepki vermiş olmaları (“Apo devletle kafa bulmuş” demişti) diğer bir kısmının suskunluğa gömülmüş olmasını anlamak, etnik ve mezhepçi eğilimlerinin soldaki hakimiyetini tespit ettiğimizde zor olmuyor tabii.

Toplumsal sorunların her biri kendi başına bir siyaset anlamı taşımaz. Dahası, bu sorunların her birinin doğrudan, başlıca siyaset haline gelmesi de gerekmez. Sonra, siyaset ve siyaset olanağını birbirine karıştırmamak gerekir. Siyaset olanağının bulunduğu her yer  zorunlu olarak siyasete tekabül etmiyor.

Kürt siyaseti, dayandığı siyaseten etnik olarak kodlanmış kitleler sayesinde, ihtiyaca göre, ha bire türev örgütler, partiler oluşturma kapasitesine sahip, HDP de bu örgütlerin en yenilerinden. HDP kimden oy alacak? HDP’ye oy vereceklerin ezici çoğunluğu Kürt oldukları için bunu yapacaklar. Yani, bu parti Kürt kimliğine çağrı yaptığı, ya da bu kimlik tarafından kodlanmış bir siyasal çağrıyı tanımı ve menşe itibarıyla öngörmüş olduğu için Kürt seçmenlerden oy alacak.Bu Kürt seçmen için önemli olan söz konusu kimliğe yapılan çağrıdır. Onun solcu veya sağcı olması, şu ya da bu programa sahip olması seçmenin ezici çoğunluğu bakımından bir anlam taşımamaktadır.

Genel olarak Kürt seçmene sol seçmen muamelesi yapmak  yanlış olur. Tersine, özellikle Kürtler arasında çoğunluğu teşkil eden sünni Kürt ahalinin büyük bir kısmının Tayyip seçmeniyle benzer fikir ve davranışlara sahip olduğu aşikardır.Kürtlerle birlikte hareket eden diğer solculara, sol hareketlere gelince, ikbal düşkünlüğünü bir yana bırakacak olursak, Kürtlere tutunmak kolay siyasal etki, güç sahibi olmanın aracıdır.Yani onları cezbeden  o hazır Kürt seçmen kitledir.

Tabii bu etnik gündemlere doğrudan referans vererek oluşturulmamış siyasetler içinde Kürt olup, bu kimliğini Kürt siyasetiyle işbirliği yaparak, Kürt siyaseti üzerinden  politikleştirmek gibi gizli ya da açıkça itiraf edilmemiş gündemi olan kayda değer sayıda sinik kişinin olduğunu da unutmamak gerekiyor.

Bir başka nokta, “eş başkanlık” kepazeliğidir. Türkiye sosyalist hareketi bu kepazelik karşısında genel olarak suskunluğunu koruyor. Eğer kadınların önünü açmak istiyorsanız, onları bir erkek lidere iliştirmenize, ya da onun “öteki”si, gölgesi  haline getirmenize ne gerek var? Böyle yapmakla kadının “erkek toplumundaki aşağı konumu” nu sinikçe olumlamış olursunuz. Yani bu siyasal davranış, cinsiyetçi imalarıyla, kadın için bir bumerangtır.

Kadınların önü açılacaksa, Sırrı’yı başkan adayı yapacağına, bir kadını yaparsın. Şark kurnazlığına gerek yok. Sonra bu mantık sürdürülürse, erkeğin olduğu her idari birime, alana onun gölgesi işlevini görecek bir kadın da atamanız gerekir. Yani mesela, mahkemedeki erkek yargıcın yanına bir kadın yargıç, erkek okul müdürünün yanına bir kadın okul müdürü gibi.Bir de dikkat edilsin, hep başkanlar değil, “eş başkanlar” kadın oluyor. Kadınlar söz konusu olunca, buradaki “eş” sözcüğü de manidar oluyor. Kadınlar kendileriyle alay edilmekte olduğunun farkında değiller mi? Bu arada aklıma gelmişken, Kürt hareketi neden Apo’ya “eş önderlik” ihdas etmiyor?

Kürt hareketinin buradaki sorunu, Türkiye devrimci sosyalist hareketinden bir süreliğine devir aldığı aydınlanmacı karakterini kaybetmiş olması, arkaik, feodal davranış biçimlerine referans verir hale gelmiş olmasıdır.

Son olarak, önderlik, teorik ve pratik, ikisinin kesiştiği yere tekabül eden siyasi müdahale demektir. Soyutlanmak pahasına müdahale. Önderlik, liderlikle mümkün olabiliyor. Liderliğin kollektif olduğu örgütlerde önderlik kabiliyeti genellikle bulunmuyor. Liderliğin bazı vak’alarda kalitesiz olması, ondan vazgeçilmesini gerektirmez. Bıçakla adam da kesilebiliyor diye, onu kullanmaktan vazgeçmek doğru olmaz. Kaliteyi arttırmak daha sağlıklı yoldur. Kollektif liderlik, Sovyet ve Çin örneklerinde de görüldüğü gibi, restorasyon döneminin teslimiyetçi anlayışıyla uygunluk arz eder. Özgüvensizlik semptomu ve dekadan bir anlayıştır. Liderlik olmadan ne işlevsel bir Parti olabilir, ne de Cephe’si. İmralı ve Silivri’deki fırıldakların, liberal dayanışmacıların sultasını kırmak öncelikle liderlikle mümkün olabilir.