Kılıçdaroğlu stratejisi seçimi kazandı

Belediye seçimlerinde muhalefetin CHP etrafında elde ettiği sonuç, aslında ta başından Kılıçdaroğlu’nun uygulamaya koyduğu, CHP’yi daha da sağa çekme siyasetinin başarısı olarak görülmek gerekir.

CHP’ye daha Baykal zamanında böyle bir görev verildiği izlenimi ediniliyordu. Ancak yeni siyasetler yeni öznelerle gerçekleştirilebiliyor.

Sonra, bu tür siyasal açılımlar akşamdan sabaha sonuç vermezler. Görece uzun bir inşa ve ideolojik ikna sürecini öngerektirirler. Dolayısıyla sabırla ve kararlılıkla sürekliliğe ihtiyaç duyarlar.

Strateji, popülizmin kitlelerin zihnini bulanıklaştırdığı, sağ ve sol ayrımlarını kitleler nazarında fiilen anlamsızlaştırdığı koşullarda yükselme olanağı buldu.

Bu yüzde 38 oyun tamamı CHP’nin kendi kararlı seçmenlerine ait değildir. CHP’nin oylarının istikrarlı olarak yüzde 25-27 aralığında olduğu biliniyor. Bu seçimlerde de bu durumun değişmemiş olduğu görülüyor.

Bu sonuç Kılıçdaroğlu’nun mimarı olduğu eski sağ ve sol merkezi CHP etrafında motive etme stratejisinin başarısıdır. Kabul etmek lazım.

Öte yandan, bugün CHP’de bu seçim sonuçlarını elde etmiş siyasal figürlerin hemen hepsi Kılıçdaroğlu’nun “sağa açılıma” stratejisinin isterleri doğrultusunda geneleksel CHP’ye göre sağdan devşirilmiş kişilerdir. Kılıçdaroğlu’nun kendisi de CHP’nin bilindik siyasal geleneğinden gelmiyordu.

Yalçın Küçük, Ecevit’in DSP’sinin birinci parti olarak çıkmış olduğu seçimlerden önce Kılıçdaroğlu’nun F.Gülen tarafından milletvekili adayı olarak Ecevit’e önerildiğini yıllar önce yazmıştı. Ecevit, onu Ankara adayları listesinde 5.sıraya koyuyor. Kılıçdaroğlu, beşinci sırada seçilme şansının olmayacağını düşünerek protesto ediyor. Partiden ayrılıyor. Onun yerine konan aday kazanıyor. Bunun üzerine kendisi de CHP’ye yöneliyor.

Baykal’a karşı Erdoğan-Gülen koalisyonun gerçekleştirdiği bir operasyon sonrasında genel başkan yapılıyor.

O dönem malum, emperyalist hegemonya stratejisinin ihtiyaç duyduğu siyasal kolaylıkların temini için (özellikle) müttefik bloktaki ülkelerin iktidar ve muhalefetiyle iç siyasal yapılarının dizayn edildiği bir ortam var. Erdoğan ve Gülen’le işbirliğine yanaşmayan ya da Baykal gibi (kişisel ikbali için) ayak sürüyen siyasetçilerin ayakta kalması çok zordu.

Bir de tabii, nasıl oğul Bush zamanında, ağırlıklı olarak İslam ülkelerinde gerçekleştirilen kanlı emperyalist müdahaleler, ABD’ye karşı dünya İslam nüfusu içinde bir tepki ve muhalefet oluşturmuşsa, Türkiye’de de daha baştan, ABD’nin talebiyle, Erdoğan-Gülen koalisyonu tarafından uygulamaya konulan sünni “ılımlı İslam” stratejisi laik cumhuriyetçi duyarlılığı olan dinamik kitleleri rahatsız ediyordu. Bu kesimler içinde özellikle tarihsel olarak “militan” bir karaktere sahip Alevilerin ayrıcalıklı yeri görmezden gelinemezdi.

ABD’de, isimleri arasında “hüseyin” de bulunan, müslüman atalara sahip Obama figürü, operasyonların sürdürüleceği İslam dünyasının muhalif gazını almak, operasyonları meşrulaştırmak gibi bir işlev de görecekti.

Türkiye’de de, Alevi bir figür olarak Kılıçdaroğlu’na yatırım yapılmış olması bu bakımdan anlaşılırdır. Bakınız, Gezi Olayları sırasında öldürülenlerin hepsi ya da hemen hemen hepsi Alevi idi. Anlatabiliyor muyum?

Rum Selçuklularının yıkılmasında, fetret devrinden, ama özellikle de İmparatorluk devrinden itibaren Osmanlı’nın sürekli bir anarşi ortamında sönmeye başlamasında bugünkü Alevilik gibi, ya da günümüz Aleviliğine yakın dinsel-ideolojik donanıma sahip uyrukların başkaldırısının ayrıcalıklı bir yeri vardı.

Kılıçdaroğlu’nun daha lise yıllarından itibaren sağ siyasal eğilimlere sahip olduğunu tahmin ediyorum. Bunu onun 60’lı yıllarda gerici tarihçi (bir ara Adalet Partisi mebusu) Yılmaz Öztuna’nın Hayat Tarih dergisinin aktif bir abonesi olmasından hareketle söyleyebiliyorum. O zaman, Öztuna ile mektuplaşıyor da sanırım. Malum, söz konusu dergi restorasyoncu bir çizgiye sahipti. Osmanlıcılıkla, Kemalist vurguları törpülenmiş Cumhuriyetçiliği uzlaştırma gayreti içindeydi. Derginin milliyetçi, “ılımlı İslamcı” kuşaklar yaratılmasında önemli bir rol oynamış olduğu açıktır.

Aslında, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde elde edilmiş sonuç da, söz konusu siyasal strateji açısından bir başarı olarak görülmelidir. Bu son seçim sonuçları, öncekinden anlamlı olarak farklı değildir. “6’lı Masa” oylarının bir kısmı bu kez CHP’ye yönelmiştir.

Mayıs seçimlerinin kaybedilmesinden sonra Kılıçdaroğlu’na partisinden yöneltilen eleştirilerin hiç birisinin siyasal- ideolojik bir dayanağı, gerekçesi yoktu. Bugün de yok. Bugün partinin vitrininde bulunup, seçim başarısını kutlayanların hemen hepsi dün partide Kılıçdaroğlu’na en yakın olanlardı. Dahası, onları bulundukları yerlere taşıyan da Kılıçdaroğlu idi.

En önemli soru, Kılıçdaroğlu’nu CHP’nin zirvesine kimlerin taşıdığıdır. AKP rejiminin kendisini emperyalizmin (ve bu arada siyonizmin de) çıkarları doğrultusunda gerçekleştirmesi için CHP’nin paratoner işlevi görmesini sağlayan Kılıçdaroğlu yönetimi olmuştur.

En ilginci, muhalefet aleyhine bariz seçim ihlallerinde dahi gerekli tepkinin gösterilmesinde harcadığı samimiyetsiz, sinik çabadır.

AKP’nin şimdilik geri adım attığı Van olayında, “düşürülmüş” Kılıçdaroğlu sert bir tepki veriyor. Ancak vaktiyle HDP’li vekillerin tutuklanmasında, kayyumlar atanmasında lider olarak kendisinin ve partisinin oynadığı rolü unutmuş görünüyor.

Kılıçdaroğlu, kimlerin Sözcü’sü oldukları hepimizin malumu olanlarla didişmeyi bırakıp, bize kimlerin hangi telkinleri ve vaatleri doğrultusunda “elinin kolunun bağlandığını” anlatmalıdır.