Dip dalga mı geliyor?

“Dip dalga” bir denizcilik tabiri. Okyanuslarda yüzey sakin görünürken biraz derinde güçlü bir akıntının bulunduğu durumu ifade etmek için kullanılıyor.

Belli bir toplumsal-siyasal davranışı izah etmek için bu denizcilik terimi, tabii gizemli bir imayla, son yıllarda revaçtadır.

Son seçimlerde genellikle sol muhalefet, ülkenin ve toplumun içinde bulunduğu ekonomik-toplumsal koşulları dikkate alarak bir “dip dalga” beklentisi içinde oldu. Bu seçimlerde de bu tür bir beklenti içinde olanlar düş kırıklığına uğrayacaklar.

2007 seçimlerinden beri bu tür dip dalga sadece AKP için gerçekleşti.

Zaten genellikle bu tür toplumsal-siyasal davranışlar sağ adına gerçekleşir. Sol, sessiz ve derin akıntılara kapılarak iktidara yürümez. Solun yürüyüşü kavga gürültülü, kısacası, göstere göstere olur.

Solun kitlesi edilgen, milliyetçi ve/veya dinci ideolojilerle afyonlanmış, biata hazır bir kitle değildir. Solcu dövüşerek iktidara yürümek zorundadır. Sağcı teslim olarak. Solcu dipten yüzeye, yüzeyden dibe dalgalar halinde ilerler; sağcı dip akıntısına kapılarak.

Solcunun bu kabarması devrimi, devrimleri getirir. Sağcının sürüklenişi faşizmleri, karşı-devrimleri.

Bu seçimin sonucu da öncekilerden pek farklı olmayacak. Ana muhalefet, 2-3 eksik, 2-3 fazla, önceki belediye seçimlerinde elde etmiş olduğu konumlarını koruyacak.

Ekonomik sıkıntılar, üç büyük kentteki emeklilerin, orta sınıfın genelinin artan ekonomik sefaleti Türkiye çapında AKP aleyhine bir büyük toprak kaymasına neden olmayacak. Buna deprem bölgesini de dahil edelim.

On bin liranın İstanbul, Ankara, İzmir’de temsil ettiği değerle, Konya, Trabzon, Gaziantep’te temsil ettiği değer eşit değil. Sonra, bu coğrafyada halkın çoğunluğu tarihsel olarak devlet gücünü temsil eden ya da ona en yakın görünene itibar eder.

Burada sorun, muhalefetin Türkiye’nin en dinamik, ekonomik olarak en üretken, en güçlü il ve ilçelerini yönetmesine rağmen buralardan Türkiye’yi kontrol edebileceği, iktidarı hedefleyen bir siyaset üretememiş olmasıdır. Bunun için de, öncelikle siyasal bir irade ön koşuldur. Böyle bir olgu bugüne kadar ortaya çıkmamıştır.

Bence bu seçimlerin en kayda değer sonuçları, İmamoğlu’nun önünün siyaseten açılması ve sol sosyalist, komünist oyların bir miktar yükselmesi olacaktır.

Bir de tabii daha önemlisi, seçimlerden sonra Türkiye’de siyasal oyun kartlarının yeniden karılması olasılığının yüksek olmasıdır. Bir kere devlet, iktidar bloğu Tayyip Erdoğan’a sıkı sıkı tutunmuş durumda. Onun konumunu zayıflatacak olası gelişmelere, girişimlere izin vermemek için her yolu deneyecekler. Devletin içinde yer aldığı uluslararası bağlam için de (şimdilik) aynı durumun geçerli olduğu görülüyor.

İmamoğlu, bugün ABD’de Trump’ın gördüğü muameleye benzer müdahalelere, engellemeler maruz kalıyor. Bu durum devam edebilir.

Türk devletinin özellikle 2015’den beri kuruluşuna hizmet ettiği ve halen tutmaya çalıştığı suni jeo-ekonomi-politik dengeye yüklenilirse, kartların yeniden karılmasıyla kalınmayacak, kartların yeniden dağıtılması ihtiyacı da doğacaktır.