Darbe girişimi kimlere yaradı?

En erken sonuçları, getirileri itibarıyla darbe hangi güçlerin işine yaradı?

1) ABD : TC ve devleti ve onun TSK’sı çöküp, işlemez hale gelince, Türkiye’nin bölgesinde operasyonel kabiliyeti de dumura uğradı. Suriye ve Irak’ta Amerikan çıkarlarını tehdit etme,  şantaj yapma olanakları tümden ortadan kalktı. Türkiye’nin ABD’nin bölgesel hamlelerinde  ayak bağı olması önlendi. Esasen, bölgesel hamleleri esnasında bütün pis işlerinde  Türkiye’yi tepe tepe kullanmış olan ABD, hep yaptığı gibi, kullandı, tüketti, ilerideki planlarında , çıkarları doğrultusunda, yeniden kurgulayıp, kullanmak üzere şimdilik bir yana attı.

2)  AB: Cihatçılara lojistik ve askeri destek vermeyi sürdüren Türkiye, AB ülkelerinde artan islamcı terör tehditine çanak tutan bir ülke görünümündeydi. Mültecilere karşı izlenecek politikalar için güvenilmez, tutarsız, şantajcı bir ülke konumundaydı. Darbe girişimi sonrası Türkiye’nin cihatçılara yönelik destek, işbirliği politikasını sürdürme kapasitesi kalmadı. Dış ticaretinde çok büyük ölçüde AB’ye bağımlı olan Türkiye’nin son girişim sonrası düştüğü durum, ekonomisini bekleyen büyük tehdit, AB ülkeleriyle ilişkilerinde elini iyice zayıflattı. Bu ülkelerin çıkarlarıyla uyumlu hareket etme olasılığı güçlendi.

3)  RUSYA: Rusya darbe girişimine ilk kararlı karşı tepki gösteren ülke olsa da, bu girişim sonrası Türkiye’nin, özellikle de askeri olarak çok zayıflamış olması işine gelmiştir. Rusya’nın bölgesel çıkarları önünde şimdilik bir engel olmaktan çıkmıştır. Zaten darbe girişimi öncesi Rusya’ya teslim olmuş olan Türkiye’nin önünde artık bu teslim koşullarını yerine getirmekten başka bir yol kalmamıştır. Türkiye tarafından darbenin hemen öncesinde başlatılan  Rusya politikası, darbe girişimi sonrası konsolide edilmiştir. Türkiye’nin Rusya önünde emperyalistlerin tampon ülkesi olma olanağı kalmamıştır.

4) SURİYE: Hiç kuşkusuz, bu girişim en dolaysız şekilde Suriye hükümetinin işine yaramıştır. Suriye’de, NATO’nun işgalci cihatçılarına en önemli desteği veren ülke Türkiye idi. Türk hükümetinin işbirliği sayesinde, Suriye’nin kuzeyi, cihatçılar için lojistik olanakları itibarıyla,  en önemli, vazgeçilmez bir tutunma, direnme noktasıydı. Suriye’nin temizlik yapmasını güçleştiren bir konuma sahipti. Şimdi TC devletinin düşmüş olması, cihatçı katiller adına tam bir yıkım anlamına gelmiştir. Türkiye’nin devre dışı kalmasıyla, Şam yönetiminin askeri ve siyasal hareket kabiliyeti artmıştır. Üstelik bu düşük haliyle Türkiye’nin belli tarihsel korkuları nedeniyle Şam yönetimine işbirliği önermesi de olasıdır. Suriye yönetimi, aynı zamanda, hem Rusya, hem ABD, AB ülkeleri ve hem de Türkiye’ye kendisini kabul ettirme olanaklarına kavuşmuştur.

5)  İRAN:  Türkiye, içine düşmüş olduğu olumsuz durum dolayısıyla bölgesel çıkarlarını İran’la işbirliği yaparak koruma eğiliminde olacaktır. Bugün Orta Doğu’nun en güçlü, en güvenli, en itibarlı ülkesi hiç tartışmasız İran’dır. Zayıf düşmüş TC devleti İran’a mecburdur. İki ülkenin  tarihsel ilişkilerine bakıldığı zaman, Türkiye, İran’ı ne zaman düşmanlaştırmışsa, zarar görmüştür. Bu haliyle Türkiye, Suriye ve Irak gibi sorun başlıklarında İran’ın görüş açısına daha fazla yaklaşma ihtiyacı duyacaktır.

6) İŞBİRLİKÇİ BURJUVAZİ: Emperyalizmin bölgemizdeki operasyonları, bu operasyonlarda kullanılmak için yaratılmış  bir proje olarak AKP-CEMAAT koalisyonunu, sınıf olarak  işbirlikçi burjuvazi karşısında, göreli de olsa,  özerk hale getirmiş, bu sınıfın söz konusu proje-koalisyonun hamlelerine, oldu-bittilerine sorgusuz onay vermesini temin etmişti. Yani hükümetin eli, burjuva sınıfı karşısında, emperyalizmin talepleri doğrultusunda racon kesen bir otorite olarak nispeten güçlenmişti.  Sınıfın emperyalizme ekonomi-politik olarak yeni koşullarda entegrasyonunu, eleyerek, tasfiye ederek, dönüşmeye zorlayarak, ama bununla beraber çevre sermayesini de merkeze entegre ederek, genel olarak sınıfı söz konusu emperyalist çıkarlar etrafında birleştirerek hızlandırmak gibi bir rol oynamış, bu rol dolayısıyla sınıf karşısında özerk hareket edebilme kapasitesine sahip olmuştu. Burada, kolaylaştırıcı bir işlev görmesi açısından, Erdoğan’ın sahip olduğu karizmatik politik kişiliğin rolünü de ihmal etmemek gerekir.

AKP, emperyalist bölgesel politikaların, önceliklerin tadil ya da revize edildiğini kavrayamayarak gerçeklikten kopunca, misyonunu tamamlamış oldu. Artık yeni bölgesel-stratejik emperyalist talepler karşısında engeller çıkarmaya, en azından ayak diremeye başlamıştı. Aynı zamanda, toplumun en üretken, en dinamik, yüzü Batı’ya dönük kesimlerinin iradesinde ifadesini bulan toplumsal meşruiyet tabanı da sürekli erozyona uğramaktaydı.  Zaten darbe girişimini, darbenin NATO ile olan ilişkisini de buradan hareketle izah etmek doğru olur. Darbe girişimi daha önceden bir ayağından mahrum kalmış hükümetin ayakta kalmasını, eskiden olduğu gibi “racon kesen” özerk otorite olarak yoluna devam etmesini olanaksız hale getirdi.  Muhtemelen kendisine bağlı  askeri kanadı devreye sokarak darbenin engellenmesinde önemli bir işlev görmüş olan tekelci sermayenin  hükümetin eylemleri üzerinde etki ve yönlendirmede bulunma kapasitesi artmıştır. Hükümetin darbe öncesine kadar (genellikle) sürdürebildiği özerklik kapasitesi, son girişim sonrasında ağır bir darbe almıştır.

7)  TAYYİP ERDOĞAN: Her ne kadar darbenin hedefi ise de Erdoğan, darbenin tamamlanmamış  olmasıyla sokak ve cami kalabalığını arkasına alıp arzuladığı diktatoryal gücü anayasal bir çerçeveye oturtma olanağı yakalamıştır (1). Yani bir karşı-darbe yapma olanağına sahip olmuştur. OHAL bu yolda önemli bir adımdır.

Bununla beraber, zaten darbe öncesi hayli daraltmış olduğu demokratik alanda böyle bir darbe girişimi, aksak da olsa üzerinde durmaya çalıştığı zemini tamamen daraltmak gibi bir sonuç doğuracak, siyasal esneklik kabiliyeti sıfırlanacak, muhalefeti, yeni ittifaklar içinde genişleyerek sindirme olanağı bulamayacaktır. Kırılma olasılığı güçlenecektir. Bu bakımdan öncelikle uzlaşma, (özellikle de, CHP ve Türk ulusalcı kesimlerle) ittifak arayışları içinde olması anlaşılabilir bir haldir. Ancak sürdürebilir değildir. Erdoğan bir politik figür olarak, kitlesel desteği ne olursa olsun, kendisini tüketmiştir. Uluslararası ve ulusal ekonomi-politik dayanakları bakımından inandırıcılığını, güvenilirliğini kaybetmiştir. Burjuva düzeninin yeniden sürdürülebilir bir şekilde Erdoğan’la tesis edilmesi söz konusu iç ve dış düzen oyuncuları adına çok risklidir.

Yukarıda madde madde yapılan kurgu,  kısa erimde gözlemlenen veya gözlemlenebilecek olanaklar ve olası sonuçlara dayanıyor.  Dünyada büyük bir kapışmayla sonuçlanması olası bir hegemonya krizi var. 16 yy’dan beri hiç bir kapitalist hegemonik  güç barış içinde bu konumundan feragat etmemiş. Daha önceki yazılarda bundan söz etmiştim. Türkiye de ne olursa olsun, çok geçmeden,   yeniden emperyalist çıkarlara hizmet edecek şekilde, “yeni” yapı, söylem ve figürler etrafında tadil edilecektir. Böyle bir dünya konjonktüründe Türkiye’nin bu düşmüş hali herhalde pek uzun sürmeyecektir.

Türkiye’yi kavramak, analiz ederek doğru politikalar üretmek bakımından sadece Türkiye’ye odaklanmak, ya da sadece Türkiye’den etrafa, dünyaya bakmak bizim için aldatıcı olur. Eş zamanlı olarak etrafımızdan, dünyadan da Türkiye’ye bakabilme yeteneğine sahip olmamız gerekiyor.

NOTLAR:

1) Türkiye’de siyasal elitler hatta onların dışında kalan sol ve sağ güçler her zaman şu ya bu ölçüde, siyasal ve sosyal değişimlerin devlet ya da siyasal elitler aracılığyla yapılmasına gerektiğini vaz’ eden  Tanzimat metoduna bağlı kaldılar. Haziran 2013’te halk sınıfları kitlesel olarak kendiliğinden sokaklara çıkarak siyaseten gidişata müdahil olmuşlardı. Son darbe girişimi sonrasında ülkemizde belki de ilk kez bir hükümet kendi kitlesinden sokaklara çıkarak darbeyi önlemesini istemişti. Tabii bu ikincisi ifadesini, sağ iktidarların belli bir davranış modeline uygun olarak “hazır kıtalar”, “taşıma kalabalıklar” da buluyor.

Ne olursa olsun bu tür çağrılar, halk kitlelerinin sokaklara çıkması, sokaklara alışması, sorunların çözümünün sokaklarda olduğu bilincine ermesine katkı yapar. Siyaset esnafını sahne dışına itebilir.  Bu bakımdan sağdan da gelse olumludur. Olumludur çünkü, solu da çok geçmeden sokağa çekecektir. Zaten sağ da, düzen adına kaçınılmaz olarak risk oluşturacak çağrının arkasında uzun boylu duramaz.

Sonra politikleşmiş halk sınıflarının sokakları mesken tutması, Türkiye sol hareketinde hasara yol açmış Tanzimat metodunun aşılması, itibarsızlaştırılması bakımından devrimcilerin lehinedir. Kendi göbeğini kendi kesmesi yeteneğini kazanma olanağıdır.

Bir şey daha, AKP’nin taşıma bir kalabalığı Taksim’de toplarken Gezi’yi taklit ettiği açıktır. Hatta sanki Gezi’nin rövanşıymış bir izlenim yaratmak istemektedir. Ama Gezi’de devlete, dikta girişimlerine, kendi olanaklarıyla, dayanışmasıyla  kafa tutan bir halk vardı. Şimdiyse, itaatkâr, taşıma, besleme bir güruh var. Yalnız bu bile AKP’nin önünün açık olmadığına karine teşkil etmiyor mu?

Bir cevap yazın