Kılıç dansı

ABD’de başkanlık seçimlerine gidilirken, Orta Doğu’da, bir yandan, meşru Esad yönetimi Suriye’nin geneline hakim olmak yolunda önemli mevziler kazanıyor; diğer yandan, müttefikleri Rusya ve İran bölge siyasetine müdahale etme kapasitelerini sürekli geliştiren ülkeler haline geliyorlar, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu, bir çok bölge ülkesi tarafından işbirliği yapılması gereken güçler olarak görülüyorlardı.

Bu gelişmeler yaşanırken, emperyalizmin bölgesel vasalları arasında bulunan ve cihatçı terörünün finansmanını sağlayan arkaik petrol monarşileri arasındaki farklı ekonomi-politik çıkarların, dolayısıyla farklı siyasal önceliklerin neden oldukları sürtüşmeler, çatışmalar da su yüzüne çıkıyordu.

Kim ne derse desin, Amerikan müesses nizamını oluşturan güçler arasında başkanlık kampanyası esnasındaki söylemiyle Trump’ın,  ABD ve müttefiklerinin Orta Doğu ve Avrasya’daki emperyalist ihtiyaçlarına, beklentilerine yanıt veremeyeceğine dair bir tereddüt vardı. Bu güçler işi sıkı tutup, en başından Trump’ın olası aykırılıklarının önünü almak istediler. Onun kabinesini, en üst düzeydeki bürokrasisini dizayn etmek için hamleler yaptılar. Bunun için ikna, tehdit, şantaj gibi bir çok aracı kullandılar. Geniş Trump karşıtı kesimlerin, bu arada, “anti-Trump” sol-liberal aydınların da desteğini aldılar.

Malum, bu sonuncular her yerde, kendi başlarına belli bir programa sahip bir siyaset olarak değil,  düzenin, emperyalist burjuvazinin ihtiyaçlarına göre salınan, salınımlarını sürekli olarak “yetmez ama evet” belagatiyle meşrulaştırmaya çalışan, salt ideolojik işlev yüklenmiş bir tür “entelektüel” cemaattir.

Trump daha kampanyasının en erken zamanlarından itibaren  İran’ı başlıca hedef ülke olarak tanımlamış, düşmanlaştırmıştı. Öncelikli düşman İran olmalıydı. Düşmanlar arasında, Brzezinski doktrini çerçevesinde, İran yerine  Rusya ve Çin’e öncelik tanıyan Obama yönetimini bu açıdan sert bir şekilde eleştiriyordu.

Trump başkan olur olmaz, Suriye’nin teritoryal bütünlüğü adına sürekli ilerlemeler kaydeden Şam yönetimine karşı doğrudan saldırılar başlattı. Açık provokasyonlara girişti. İsrail ve S.Arabistan gibi, adeta İran korkusuyla yatıp kalkan ülkelerle ittifakını konsolide etti. Trump’ı kontrol eden neo-con güçler ellerini çabuk tutmak istiyorlar. İran’daki son terör saldırıları buna işaret ediyor. ABD-S.Arabistan ve İsrail’in başını çektiği güçler İran’ı, hem Suriye üzerinden hem de doğrudan  tahrik ederek bir an önce sonuca gidebileceklerini düşünüyorlar.

Bilindiği gibi, başlangıçta Trump Rusya’yı da yanına çekerek İran’ı iyice yalnızlaştırmayı planlıyordu. Neo-conlar ve Demokratlar, ortak olarak, bunun artık bölgeye yerleşmiş bulunan Rusya’nın çıkarları bakımından gerçekleşmesinin çok zor olduğunu söyleyerek ona karşı çıkıyorlardı. Şimdilik Trump, Rusya’yla ilgili bu düşüncesini -en azından- askıya almış görünüyor. Rusya’nın ekonomik izolasyonu ve NATO çemberiyle kuşatılması politikası sürdürülüyor.

Bu tekrar ivedilik ve hız kazanan süreçte, iki taraf için de, müttefiklerin karşılıklı olarak daha net, daha kararlı davranışlar sergilemesi beklenmelidir. Son “Katar krizi” vesilesiyle tanık olduğumuz gibi, taraflar arasında esnemelerin, salınmaların, kaprislerin tolere edilmeyeceğine dair kuvvetli işaretler geliyor. Katar’ın  bileşeni olduğu bölgesel emperyalist ittifak yapısının hiyerarşisi dışına çıkarak kendi başına, İran’ın ekonomi-politik çıkarlarını da gözeten özerk siyasal davranışlarda bulunmasının kabul edilemeyeceği ilan ediliyor.

Emperyalist savaşlar, emperyalist ilhaklara karşı direnişler tarihine baktığımızda, son zamanlarda bölgemizde yaşanmakta olanların hiç de beklenmeyen gelişmeler olmadıklarını görüyoruz. Emperyalizme karşı direniş, emperyalist saflarda çatlaklara, yarılmalara, çatışmalara yol açıyor. Elbette tek başına farklı çıkara sahip olmak, direniş olmadan siyasal bir anlam kazanamıyor.

İran’daki son terör saldırıları, jeo-ekonomi-politik bir olgu olarak terör aracının giderek daha geniş bir coğrafyada daha sık olarak kullanılacağına dair işaretler de veriyor. Rusya’da, İran’da, eğer direnmeye devam ederse Katar’da, bu haliyle Katar’la işbirliğinde ısrar eden ülkelerde, yine mesela, bölgede kendi başına bir güç haline gelmek için ısrarını sürdürürse, Almanya’da bu terör ve olası suikast eylemlerine sık rastlayabiliriz(1)

Buna karşın, özellikle İran’ın benzer şekilde mukabele edileceğine dair açıklamalarını da dikkate almak gerekir. Kısacası, bu gelişmeler sonucunda, ilk etapta bütün bölgeyi kapsayacak doğrudan savaş olasılığı güçlenecektir. Geçerken, emperyalist savaşların iç savaş boyutları olduğunu da tekrar hatırlatmak isterim.

Son gelişmeler çerçevesinde Türkiye’ye gelince, ülkenin Suriye ve Irak’taki son emperyalist müdahalelere, çok arzulu olmasına rağmen dahil edilmek istenmediği anlaşılmıştır. Şimdilik operasyonlardan dışlanmıştır. Bunun bir nedeni, emperyalistlerin yine şimdilik Kürt maşasını kullanmaya ihtiyaç duymalarıysa; diğer bir nedeni de, Türkiye’nin bölgedeki kökleri ta Osmanlı devrine kadar uzanan işgalci, ilhakçı ve soğuk savaş yıllarındaki amerikancı tarihsel geçmişidir. Bu hatırasıyla Türkiye adı bölge halklarının kollektif bilincinde, devlet yönetimlerinde  bir irkilmeye, rahatsızlığa yol açmaktadır.

Türkiye şimdilik Trump yönetiminden beklediklerini elde edememiştir. ABD için Suudi Arabistan ve İsrail en öncelikli bölgesel müttefiklerdir. Bu şartlarda,  Türkiye ve Katar aralarındaki ittifakı tahkim etmiş,  Rusya ve İran’la da flört etmektedirler. Katar sadece Türkiye’de ekonomik yatırımlar yapmıyor, daha geçen aylarda, Rusya’nın en büyük enerji kuruluşunun dörtte bir hisselerini satın alarak, dardaki Rus ekonomisine katkı yapmıştı. İran’la da Kuzey Gaz Sahası’nda ortak ekonomik çıkarları var. Katar’ın Rusya ve İran’la ekonomik olarak yakınlaşması, bölge genelinde kendi kontrolünde, kendi hesabına çalışacak cihatçı terör grupları oluşturması, ABD-S.Arabistan-İsrail bloğunu rahatsız etmektedir.

Katar’da yeni bir Saray darbesi olasılığı var. Türkiye’nin böyle bir durumda Katar’ın arkasında duramayacağı açıktır. Türkiye’nin ABD-Israil-S.Arabistan ittifak dairesi dışında, hatta karşısında konumlanma girişimleri sürdürülebilir değildir. Türkiye’nin bu söz konusu Troyka tarafından pek ciddiye alınmadığı, dahası, Troyka’nın kontrolünden çıkmayı göze alamayacağı da gayet iyi bilinmektedir.

Katar’da olası bir saray darbesi, Suriye, İran ve Yemen’in direnişlerinin sürdüğü koşullarda Körfez monarşileri arasındaki, bu ülkelerin kendi içlerindeki çatışmaları ancak bir süreliğine erteleyebilir. Ortadan kaldıramaz. Tersine, krizleri derinleştirir.

Son olarak, bu bölgesel koşullar devrimci durumlar tarafından kat edilmektedir. Devrimci durumlar statik yapısal konstelasyonlar değildir. Sürekli bir hareketlilik halidir. Özsel olarak sınıf mücadeleleri dinamizmine referans verirler. Belli şartlarda gerileyip, gelişebilirler. Uzun ya da kısa sürebilirler.  Bilindiği gibi, her devrimci durumdan da devrim çıkmayabilir.

Bugün Türkiye’de sürekli gelişmekte olan devrimci durumdan devrim çıkartabilmek için eksik olan, iktidarı almaya kararlı bir öznenin ortaya çıkmamış olmasıdır. Yine biliyoruz ki, böyle bir öznenin ortaya çıkması devrimci durumun ulusal bunalıma dönüşmesini temin eder. Ulusal bunalım, nesnel koşullara referans veren devrimci durumun iktidarı almak için harekete geçmiş öznel faktörle  birliği anlamına gelir. Devrimler ancak bu birliktelik oluştuğunda gerçekleşirler.

Bugün emperyalizmin genel saldırısının ve buna karşı küresel çaptaki direnişlerin yükselttiği devrimci durumlar, emperyalizmin her yeni saldırısıyla birlikte halen farklı ülkelerde farklı derecelerde ivme kazanıyorlar.

NOTLAR:

1) Bu arada dehşet yaratma gayesiyle kitleleri hedefleyen spektaküler terör eylemlerinin bir sonucu da bunların cereyan ettiği ülkelerde uygulamaya konan veya konulması planlanan olağanüstü hal önlemlerini, yanı sıra,  deniz-aşırı emperyalist operasyonları, militarizmi meşrulaştırmak oluyor. Yeri gelmişken, İngiltere’de yaşanan son terör olayları, seleflerine göre daha sol söylemle kampanyasını yürüten Corbyn karşısında muhafazkar May’e olan kamuoyu desteğini arttırmıştır. Hatırlarsak ülkemizde de, 7 Haziran seçimleri sırasında bunun bir  benzeri yaşanmıştı.

Bir cevap yazın